AH GÜZELİM BRÜKSEL!

Ah güzelim Brüksel, demiş birileri.

Biraz yağmurlu, çoğunlukla sisli de olsa, yıl sonu pek güzel olur bu şehirde. Belçika’nın başkenti olduğunu Türkiye’de hatta Dünya’nın her hangi köşesinde, sokaktaki adama sorsanız bilmez belki. Ama Avrupa’nın merkezinde önemli bir şehir olduğunu muhakkak bilir, hele hele Avrupa Birliği’ne odaklandığımız şu günlerden sonra.

Konya büyüklüğünde bir ülkedir Belçika. Almanya, Hollanda, Fransa ve Lüksemburg tarafından çevrilidir. Bu ülkelerin dilleri de, yani Almanca, Hollandaca ve Fransızca Belçika’nın resmi dilleridir. Toplam 10 milyon civarında olan nüfusun yarıdan biraz fazlasını Flamanlar, yarıdan biraz azını da Frankofonlar oluşturmaktadırlar. Alman kökenli vatandaşlar ise 65 bin civarındadırlar ve bulundukları bölgede kendi dillerini konuşmaktadırlar, hatta Valon hükümetinde kontenjandan milletvekilleri vardır.

Belçika’yı biraz bilenler niye Flaman, Frankofon diye ayırıyorsunuz doğrusu Faman ve Valon değil mi diyebilirler. Belçika’da yaşayanları bölgesel ve toplumsal gruplara ayırırsak evet ama dil ve kültürel toplumlar olarak ayırırsak Flaman ve Frankofonlardan bahsetmek daha uygundur. Zira Brüksel’de yaşayan halkın büyük bir kısmı Fransızca diğer azınlık ise Flamanca konuşmaktadır. Halbuki Brüksel şehir olarak Flaman Bölgesi sınırları içinde olmakla beraber idari açıdan özerk bir bölgedir. Zaten Brüksel Başkent Bölgesi diye tabir edilmektedir.

Gelelim Brüksel’e. Belçika’nın başkenti Brüksel’in nüfusu en nihayet 1 milyona ulaştı. Son çeyrek asırdır dışarıdan gelen yabancı nüfusa rağmen Brüksel bir türlü bir milyona ulaşamıyordu. Bunun en büyük nedeni göç. Yaşam kalitesi daha iyi olduğu için şehrin sakinleri kenar semtlere, hatta Brüksel dışına yerleşmeyi tercih ediyorlardı. Paris, Londra gibi şehirlerin aksine, eskiyen şehir merkezini ve ona yakın semtleri geliri düşük insanlar ve özellikle yabancılar işgal ediyorlardı.

Bu arada hatırlatmak gerekiyor ki Brüksel’in nüfusu gündüz 1 milyon 400 bini bulabiliyor. çünkü hem başşehir, hem de Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun merkezi olarak bir taraftan kamu kurumlarını, diğer taraftan da buna ilişik bu sektörde faaliyet gösteren şirketleri de barındırmaktadır.

Bu 400 bin faal insanların bir kısmını Brüksel’in hemen sınırları dışında, 20-30 km uzaklıkta ki villalarda yaşayan insanlar oluşturmakta, diğer önemli bir kısmını da Flaman Bölgesinden gelen kamu görevlileri olusturmaktadır. Hem federal devlet kurumlarında hem de Brüksel bölgesinde iki dil zorunluluğu olduğu için Flamanlar bu işleri daha çabuk koparabilmekteler. çünkü orta eğitim düzeyinde ki bir Flaman Fransızcayı da konuşabiliyorken ne yazık ki bir çok Frankofon Flamancayı yeterince konusamamaktadır. Bu durumdan Brüksel halkı çok şikayetçi zira bu iş olanaklarından faydalanabiliyor olsalar işsizlik düzeyi bu kadar yüksek olmayacaktır. üstelik Brüksel’de oturmak daha maliyetli. Bu da gelir düzeyi farklılıklarını arttırmaktadır. Bundan en büyük nasibide göçmen kökenliler almaktadır.

Brüksel nüfusunun % 25’i yabancı kökenli halbuki toplam Belçika nüfusunun sadece % 10’u yabancı kökenli. Bu % 25’in yarısını uluslararası kurumlarda ve onların yan kuruluslarında çalışanlar olusturmaktadır, yani gelir düzeyi iyi olanlar. Diğer yarının büyük çoğunluğunu Fas kökenliler, 40 bin kadarını da Türk kökenliler olusturmaktadırlar. İki dil zorunluluğu yüzünden, yabancı kökenliler Belçika vatandaşı bile olsalar, kamu sektöründe hayaletlerden daha azdırlar. Genel olarakta bu kesimin gelir düzeyi 1000-1500 Avro civarındadır. İşsiz, malûl ya da emekli olanlar ise genellikle 1000 Avro civarında hatta daha az bir gelirle yetinmek zorundadırlar. Bu miktarlar, Türk lirasına çevrildiğinde bir çok kişinin iştahını kabartabilir. Ama 500 Avrodan aşağı ev bulunmayan, bir sandviçin en aşağı 3, bir şişe su ya da bir kahvenin 2-3 Avro, en demokratik fiyatlarin uygulandığı söylenen otobüs biletinin bile 1,5 Avro olduğu bir ortamda yorganınız ayagınızı kapatır mı bilmiyorum.

Gelir farklılıklarının artmasıyla yoksulluk düzeyinin altında yaşamak zorunda olan Brükselliler, gündüz çalışmaya gelenlerin vergilerini bu şehre bırakmaları gerektiğini ve kamu görevlerinin, en azından belediyeler bünyesindekilerin bu şehrin sakinlerine verilmesini istiyorlar.

Gelelim bu sene sonunda daha olumlu şeylere ve istatistiklere bir göz atalım. Sağlık Gözlem Merkezinin verilerine göre, Brüksel’de doğumlar çoğalmakta, ölümler azalmakta. Diğer bölgelerden daha yüksek doğum oranının olduğu Brüksel’de, doğan çocukların yarısının annesinin yabancı uyruklu olduğu, yani yarıdan çoğunun yabancı kökenli olduğunu öğreniyoruz. Ancak, bu çocukların % 25’i işsiz bir ailenin çocuğu olarak Dünya’ya gözünü açmaktaymış. Doğuran anneler arasında yaş ortalamasının yükseldiğini, özellikle 35 yaş civarı ve daha büyük olanların çoğaldığına da dikkat çekiliyor.

Kilo sorununun arttığına dolayısıyla erken ölüme sebebiyet veren rahatsızlıkların da arttığına işaret ediliyor. Ancak yabancı kökenli vatandaşların beslenme alışkanlıklarının daha sağlıklı olması ve alkol tüketmemelerinin onları erken ölüm karşısında koruduğunu belirtiyorlar. Ama, yoksul semtlerde oturanların yaşam beklentisinin diğerlerinden 3 yıl daha az olduğunu varsayarsak yabancı kökenli vatandaşlar bundan nasibini alıyorlar. üstelik iyi beslenme alışkanlıkları maalesef yeni kuşaklarda yok, aksine ” mitraillette ” sandviç -ekmek arası bol soslu etli mamûl ve patates kızartması- kültüründe büyüyen çocuklar yetişiyor.

çocuklar demişken, yıl sonu hediyeleri arasında önemli bir yer kaplayan oyuncaklardan da bahsetmek gerek. Oyuncakların fiyatlarının düştüğünü söyleyemesek de alım gücünün yükseldiğini söyleyebiliz. Bir araştırmaya göre Belçika’da ebeveynler oyuncak alışverişinde çocuk başına yılda 250 Avro civarında harcıyorlar. Hatta gelir ve eğitim düzeyi daha mütevazı olanların daha çok ve moda olan oyuncaklar aldıkları ama çocuklarıyla oynamaya vakit ayırmadıklarını öğreniyoruz. Ama oyuncak konusunda kapris yapanların daha çok zengin çocukları olduğunu gözlemlemişler. Maddi durumu kötü olan ailelerin çocuklarının bu durumu daha kolay kabüllendiği belirtiliyor.

Oyuncak seçimine gelince, kız çocuklarının daha kaprisli olduğu, isteklerinin çeşidinin çok ve pahalı oyuncaklardan oluştuğunu, erkek çocuklarının kız oyuncağı tercih edebilmesine karşın kızların silah, araba gibi erkek oyuncaklarını tercih etmediklerini öğreniyoruz.

Yüz yıl önce oynanan -uzun eşek, sek sek, top oyunları gibi- oyunların 30 yaş üzerinde olanlar tarafından bilinmesine rağmen, 80’li yıllardan sonra doğanların sadece % 5’i tarafından bilindiği gözlemlenmiş.