BİR FUTBOL ŞÖVALYESİ

Mayıs ayının ortalarıydı. Güzel bir ilkbaharda, ikinci kez gelmiştim Brüksel’e. Yeşilin bu kadar diri, coşkulu, doygun, rahatlatıcı, baskın tonlarını içselleştiriyor, İstanbul’la kıyaslıyordum. Bir tek doğu Karadeniz Bölgesi’nin buralarla boy ölçüşebileceğini düşünüyordum.

Futbol turnuvalarının olduğu bir döneme denk gelmiştim. Oynadığım amatör bir takımın, maç sonrasında güleç yüzlü, boylu poslu bir beyefendi; -oğlum adın ne senin? Kimsin, kimlerdensin? gibi soruların karşılığını aldıkça gülümsemesi giderek arttı. Ayağımın tozuyla sahaya çıkmıştım, geleli birkaç gün olmuştu. Ve bu iriyarı, iyi giyimli, kravatlı balaban görünümlü, cömert beyefendi bana bir öneride bulundu, bizim takımda oynar mısın? Biraz düşüneyim dedim. Sonra da takım arkadaşlarımı tanıdıkça, arkadaşlığım dostluğa dönüştü ve ardı geldi. Onayladım öneriyi. Bu öneriyi bana getiren İstanbulspor Kulüp Başkanı: Hilmi Balaban’dı.

O yıllarda takım sayısı az, taraftar çoktu. İnsan ilişkilerinin yoğun , güzel yaşandığı ve paranın insanları esir almadığı, kirsiz ilişkilerin sürdüğü zamanlardı. Maçlara konvoy halinde arabalarla, büyük coşkuyla gidilirdi. O dönemlerde kimler yoktu ki takım olarak: Balaban ağabeyin İstanbulspor’u, Marmara, Topkapı, Gençlerbirliği, Emirdağspor, İstanbul 76, Onbiryıldız, Trabzonspor. Bu saydığım takımlarda hep bir fedai, bir futbol tutkunu, sevdalısı, futbol havarisi vardı. İstanbulspor 76’da, Helmut Şön lakaplı; Ramiz abi, Onbiryıldız’da; Kero, Trabzonspor’da ;Şakir abi, Marmara’da Sarı Mehmet gibi… Ama Balaban abide, bir halk adamı, beyefendi tavrı ve bir şövalye duruşu, edası vardı. Barışçı, paylaşımcı, sözü federasyonda bile geçen, sevilen hoş biriydi. Turnuvalarda hemen farkedilir, öne çıkardı. Sözünün eriydi. Onun verdiği emeklere karşın hemen hemen tüm büyük turnuvalardan kupayla dönüşümüz onu çok mutlu ederdi. Bizlere sahip çıkar, değer verir, herkesin kalitesini bilirdi. O dönemin iyi takımlarını (Belçika’lı) yendiğimizde keyfine diyecek yoktu. İşte bizim gençlerimiz,yetenekli, başarılı, hırslı, hırçın ve saygılı…

Kimler vardı, takımımızda: kalede elle yaptığı atışları, ayakla yaptığı vuruşlarından topu daha uzağa atan, soğukkanlı uzun Cavit. Kale gibi sağlam libero Bardil. Sağbekte, sağ kulvarı modern bir sağaçık gibi gidip gelen, tekniği yüksek Mennan(Balaban abinin oğlu). Stoperde hırçın, sürekli konuşan ve topu kafa vuruşuyla, ayak vuruşlarından bile uzağa atabilen Doktor(Bünyamin). Orta sahada takımın dinamosu gibi çalışan Erdoğan, uzun pasları ve şutlarıyla Marteau(çekiç lakaplı) Mustafa. Zarif çalımları, lokum gibi ortaları, rakip defans oyuncularının belinden şırıngayla su alan, bacakarası atma ustası “Parlak” Hasan. Koştuğu zaman iki üç kişiyi yere yıkan, buldozer Ferdi. Fırtına gibi esen Yunanlı arkadaşımız Tony ve bizden biri gibi duygulu, sakin “Kara” lakaplı Karakidis. Kafa hakimiyeti, yer tutuşuyla rakip forvetlerin korkulu rüyası, 1. ligde oynamış “taksici Ahmet” ve 2. ligden gelen Nihat( ben). Yaşı çok genç olmasına ve çelimsiz olmasına karşın , penaltı atışlarında Ediz ve “Petit” Osman…

Ve Hilmi Balaban abi kıpır kıpır bir sahanın bir yanında, kah! top mısır tarlasına kaçtığında üşenmeksizin ve çamurlanmasına aldırmadan topumuzu almağa giden bir şövalye başkan…Her maç sonrası tüm futbolcularına kendi eliyle getirdiği, ikram ettiği içecekler…Bazen de hep birlikte yemeğe götürürdü bizleri. Böylesi bir yürekti işte.

Bu yaz, tatil dönüşü bir arkadaşım; -Nihat duydun mu olanı ? dedi Hilmi Balaban vefat etmiş Bursa’da. Donup kalmıştım. Az bulunur bir şövalyeyi yitirmiştik. Gülüşleri belleğime hep takılı kalacak olan.

Not:Yakınlarının ve dostlarının başı sağ olsun.Okurlarımın yeni yılını kutlar esenlikler dilerim.

05/02/2015, Nihat Ateş, Binfikir Aralık 2014 sayısı köşe yazısı