Kuşbakışı
Avrupa’ya 2. Dünya savaşı sonrası kuşbakışı bakacak olursak, kimi gelişmeler, olaylar, yaşanan olumsuzlukların ardındaki fay kırıklıklarını görürüz. Bunun nedenleri; iktidarların dünyadaki rekabet koşullarıyla baş edebilmesi için, yapılması şart olan yapısal reformları yapamamaları, ileriyi gören, okuyan politikacıların olmaması ve kalitelerinin düşmesi. Az sayıdaki yüksek gelirli kesimle, orta sınıf arasındaki uçurumun derinleşmesi büyümesidir.
Kuramcıların ve ideologların kalitelerindeki düşme, geleceği net olarak görememeleri, her zaman olduğu gibi dış düşman yaratma, dikkatleri başka yönlere çekme girişimleri sistemlerin, kör topal yürüme gayreti için yeterli olamıyordu. Milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, kültürel farkların zenginliği…Dinlere yönelme ve onun getirdiği korkular. Klasik anlamda Avrupa’da sosyal refah devlet felsefesi, 2. Dünya savaşı sonrası model olarak gösterilen; sağlık sigortası, eğitimde fırsat eşitliği, işsizlik sigortası, emeklilik güvencesi sürekli kan kaybını önlemeğe yetmedi. 1973-1974 dünya ve Avrupa’daki petrol krizi, sonrasında 1980’li yıllarda Neoliberal rüzgarlar, küreselleşen dünyada kimi koşulları altüst etti. Ve ucuz işçilik için Asya ülkelerine yönelme, yakınlaşma başladı. Avrupa genelinde %3’lük kalkınma hızı, devlet giderlerini karşılayamaz duruma getirdi. İşsizlik giderek artıyordu. Nüfus yaşlanıyor ve işsiz sayısı 4-5 miyona doğru doludizgin gidiyordu.
Her geçiş döneminde olduğu gibi, aşırı sağ, kültür ve kimlik kartını kullanmağa başladı. 1970 öncesi Fransız; Alain de Benoist gibi sağ ideologun fikirleri, “68 kuşağı”hamlesiyle yerle bir edildi. Sonrasında “ırk” kimliği kaşınmağa başlandı. Kültürler arasında bir doku uyuşmazlığı manipüle edilmek istendi. Bu, medya ile takviye edilip desteklendi. Yabancı göçmen statüsündeki Avrupa coğrafyasında yaşayan müslüman kitleler, kültürel aidiyetlerini savunup var olmak ve beklentilerinin yerine gelmesi için farklılık kozunu ortaya koydular. Fransa’da suni bir başörtüsü krizi yaşandı. Sanki bu sinyal, muhafazakarları harekete geçirtip Amerika’daki “İkiz kulelere” çarptı. Yaşlanan Avrupa nüfusu bu olaydan sonra kimi gerçeklerden ürker hale geldi. Almanya’da müslüman nüfus 4-5 milyon, Fransa’da da 10’a yakın, İngiltere’de 1 milyon, Hollanda Rotterdam’daki müslüman nüfus kentin %25, Belçika Brüksel’de %15’e ulaşmış durumda. Bu açıdan bakıldığında ileride Avrupa nüfusunun çoğunluğu müslüman olacak şeklinde senaryolar, bir korkuyu ve onun karşıtlığını getirdi beraberinde. Sağ partiler ve iş adamları uyum sorunu yaşamamaları için, hırıstiyan göçmenlere göz kırpıp yaklaştılar. Nasıl olsa eski sosyalist blokta bu potansiyel ve ucuz işçilik var kanısıyla.
Aidiyet duygusu, etnik kimlik ve kültür farklılıkları sürekli sağ iktidarlar tarafından kaşındı ve diri tutulmak istendi. Aşırı sağ partiler, sosyal refah devleti sahiplenmeğe başladı. çalışmayan sığınmacılar, vergi vermeyen göçmenler devleti zayıflatıyor denilmeğe başlandı.
Ve Almanya’da Thilo Sarrazin sosyal Darwinizm’le 2010 yılında, kitabını müslümanlara ayırmış, zeka üzerine yaptığı araştırmalarla biyolojik sonuçlara varmağa ve Almanları inandırmağa çalışıyordu: “Müslümanlar düşük zekalı” tezini savunuyordu. Aydınlar tedirgin oluyordu. Jurgen Habermas yazdıklarıyla, Türkler’in Almanya’ya entegrasyonunda sorun olmadığını belirtip;”Avrupa Yabancı Düşmanlığı Hastalığına Tutuldu” uyarıcı bir yazıyı kaleme aldı ve “Düşmanlık yeni değil ama artıyor” dedi.
Son dönemde de “IŞİD” denen bela, kirli bir yüz gibi ortaya sürüldü. Fransa’da, Belçika’da, Hollanda’da, Almanya’da, İngiltere’de yoksul müslüman ailelerin çocukları bu ülkelerde ikinci sınıf muamelesi görmekten, sürekli dışlanmaktan içe dönükleşerek gelecek olarak görmedikleri Avrupa’dan kendilerini aileleri için feda ederek, Suriye’de, Irak’ta çatışmaların içine çekildi. çünkü eğitimsizler neyse, eğitimliler bile iş bulmakta zorlanıyor, kendi aralarında yaşamağa itiliyordu. Oysa onca istihbarat örgütünün bunlardan haberleri yokmuş gibi… Avrupa hep frankeştayn yaratmasını bilir.
Neden radikal önlemler alınmaz? önce canavar yaratma koşulları elverişli hale getirilir. Sonra beslenip salınır, seyredilir. Sonra , bu kadarı fazla diye… Küçücük kartopu yokuş aşağı salındığında görmezden gelinir ve çığ gibi olunca da…Ne yaptık biz diye dövünme başlar.
Oysa Nazım’a biraz kulak verseler. Ne diyor usta;”Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu davet bizim”
18/05/2015, Nihat Kemal Ateş, Binfikir Gazatesi Ocak 2015 sayısı köşe yazısı