NIHAT ATES_site

Meydanlar Yetim Şimdi

Her insan bir adadır, içinde kendini hapsettiği diye düşünüyordu genç adam. Dal gibi ince boylu, eline geçen her kitabı bir solukta bitiriyor, bir ötekine geçiyordu. Okumaya bu denli açlık duyuyordu. Okuduğu kitaplar yepyeni dünyalar getiriyor, ufkunu genişletiyor, yaşama bakışını değiştiriyordu. Özellikle siyasi ve felsefi konuları içeren kitapları ve şiiri çok seviyordu.
Babasından aldığı bir haber onu düşler alemine dalmasına neden oluyordu. –Oğul sana otobüs biletini gönderiyorum, üç ay sonra yanımda olmanı istiyorum, diyordu babası eline geçen mektupta. Biraz da Fransızca’ya çalış ki, buraya geldiğinde zorluk çekmeyesin. Bir ürperme geçirdi içinden, yeni bir ülkenin heyecanıyla. Hemen kendisine, Maraş merkezine gidip oldukça geniş ölçekli bir Fransızca-Türkçe sözlük almıştı. Kahramanmaraş nere, Avrupa’nın kuzeye yakın, orta bölgesinde bulunan ve okul atlasında yerini zor bulduğu küçücük bir ülke olan Belçika nere diye geçirdi içinden.
Bir yandan aralıksız merak ettiği sorulara karşılık bulduğu kitapları okuyor, diğer yandan liseden bir sınıf arkadaşıyla Fransızca öğrenmeğe çalışıyordu harıl harıl. Arkadaşı dil konusunda kendi gibi yatkın biriydi. Yüksek sesle bir metni okuyor, sonra yazıyordu tekrar tekrar. Böylece göz görüyor, dil söylüyor, kulak duyuyordu. Böylece üç kez tekrar edilmiş, öğrenilmiş oluyordu. Belleğine çok güveniyordu. Arada müzik dinliyorlar, şiirler okuyorlardı sevdikleri şairlerden. Günler su gibi akıp gidiyordu.
Müzik dendi mi onun aklına hemen büyük müzisyen, tiyatrocu efsane adam Ruhi Su, Rahmi Saltuk, Zülfü Livaneli geliyordu. Ruhi Su’dan: ”Kuvay-ı Milliye Destanı, Şeyh Bedreddin, Karayılan, Arhavili İsmail, Kambur Kerim, İstanbul’lu şoför Ahmet ezbere bildikleriydi. Şairlerden de Nazım Hikmet doruktu onun için. Hele Ruhi Su’dan “Kadınlarımız” şiiri bir başkaydı. Mahzuni’yi bir başka yere koyardı, çünkü o da Kahramanmaraş’lıydı. Yaşadığı acıları gazetelerden, dergilerden okuyor başka bir yakınlık duyuyordu ona karşı. Bir de o dönemlerin efsane ismi Aşık İhsani’yi bir başka tutardı. Tutmaktan öte hayranlık duyardı. Onların korkusuzlukları gözünde daha başka görünürdü ona.
Bindokuzyüz yetmişiki yılında, onyedili yaşlarında ayak basmıştı Belçika’ya. Çok girgin, gözünü budaktan sakınmayan bir yapısı vardı. Kendi düşüncesi doğrultusunda dostlar bulmakta gecikmedi. Bir yandan Fransızcasını geliştiriyor diğer yandan ilerici derneklerde kendine yer buluyordu. Yaptıkları, ortak organizeler, etkinlikler ardı sıra birbirini izliyordu. Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika’da müzik, tiyatro, şenlikler derken babası iki sene içinde tanıdık biriyle başgöz ediverdi. Peşpeşe iki oğlu oldu, karısı Mükerrem evi çeviriyor, onlara kol kanat geriyor, sahip çıkıyordu. Yaptıkları etkinliklerde kadınlarla neler yapmazdı, hakkını veremezdi Mükerremin doğrusu. Bir mayıslarda, dünya barış yürüyüşlerinde çoluk çocuk en öndeydiler. Zaman akıp gidiyordu. Küçük oğlu saz çalamağa başlamıştı, keyfine diyecek yoktu Cevat’ın. Çünkü içinde saz çalamamanın acısını azaltıyordu.

İnce uzun mavzer gibiydi. Sağlam bir gelenekten gelip, sağlam duran, düşüncelerinden ödün vermeyen bir devrimciydi. Sendikacı, militan, okuyan sorgulayan, ele avuca sığmaz asi biriydi. Konuş-tuğu zaman gür bıyıkları oynardı. Elinde megafon, bildiri dağıtırken, kitlelere seslenirken, dalgalanma yaratırdı dinleyiciler arasında. Belçika, Brüksel’de yüzlerce, binlerce mülteciye oturum, çalışma belgesi aldıran biriydi, bilinir…
Yüreğinden türküler taşırırdı. Bozkır gecelerde, efil efil esen yel olur eser…Dik patika, keçi yolunda soluk soluğa sevdiklerine yol olur, dostluklar serimler…Devrimci dostlarına gül olur gülümser…
Değerli şair Adnan Yücel’in dizeleri ona çok yakışırdı:”Beni anlayacak kadar kalabalık değil daha sokaklar”, “Bu yollar ben yürümesem de yürünecek” …Ama Cevat Özdemir’siz şimdi sokaklar öksüz, meydanlar yetim kaldı.
Ömrü sağanaktı onun, emek olarak, paylaşım, dayanışma olarak, türkü tadında yağdı dostlarının üzerine yıllarca, kendi susuz kaldı. Cevat Özdemir’in yaşamı bir slogan gibiydi ve onca yıl o sloganı haykırdı, 1989 yılında” duvarlar yıkıldıktan sonra” da bir başına kalsa da…İnançla:”Kurtuluş yok tek başına, Ya hep beraber ya hiç birimiz” diye haykırdı…
Cahit Sıtkı Tarancı:”Gittikçe artıyor yalnızlığımız” derdi. Nazım Hikmet:”Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha, güzelim dünya elveda, ve merhaba kainat.”
O, düşündüğü gibi yaşadı, yaşadığı gibi düşündü… Kucağında devrim gülleriyle yolcu ediyoruz, yoldaşımızı.
4/10/2016, Nihat Kemal Ateş, Binfikir Gazetesi 2016 Eylül köşe yazısı