Bir sevdaya başlar gibi
Uzun kış günlerinin ardından ilkbaharın soluğunu, diriliğini hissettirdiği güneşin bahar sıcaklığını duyumsattığı bir pazar sabahı açılan kapıyla içeri dalan insan sıcaklığı, yaşam sevinci getiriyordu. Büyük bir iştah ve istekle akşamdan hazırlanan masa ve sandalyeler, beyaz örtülerle kaplanmış, gelecek misafirleri bekliyordu. Çaylar, kahveler, meyve suları, yan taraftaki ince uzun masalara düzenli olarak yerleştiriliyordu. Arı gibi çalışan birkaç kadın, sürekli bir devinimle, ritmik hareketlerle hiç yorgunluk göstermeksizin gidip geliyorlardı. Akşamdan hazırlanan kek, kurabiye, börek çeşitleri sıra sıra gelecek misafirlerin önce göz estetiklerini sonra da damak tadı bırakarak, iştahla yenecekti. Bir şölendi doğrusu. Kocaman çay ve kahve semaverleri ısıtılmış gelecek misafirleri ağırlayacak olmanın coşkusuyla , buhar tütmeğe başlamıştı.
Küçük bir kız çocuğu önde, anne ve babası arkasında Flaman bir aile gülümseyerek ve erken gelmenin çekingenliğiyle günaydın diyerek, kendilerine servis yapmağa başladılar. Ve…ardı geldi. Sıra sıra insanlar sökün etti. Onların peşi sıra.
Bir kız çocuğu büyüyüp gelişecek, serpilip büyüyecek, önce kız kardeş,sonra sevgili,ardından anne olacak ve yanındakileri, etrafındakileri büyütecek geliştirecekti. Kendi çocuklarını, kocasını koruyup kollayacaktı. Genel olarak bütün toplumlarda ama özellikle bizimki gibi toplumlarda öne çıkmaksızın gelişmeye katkı sunacaklardı, yerinmeden, yüksünmeden.
Böyle bir düşü tutkuyla başlatan, ileriyi gören, toplumun gelişimini kadınlarda kızlarda gören bir felsefenin savunucusu bir kadın profesör durgun suya bir taş atıyor , o duru suyun dalga dalga çoğalacağının bilinciyle kollarını sıvamıştı yıllar önce…Yaşamının son deminde, üstelik ölümcül bir hastalığın pençesinde yaşam mücadelesi verirken, sorgulanmış, yıldırılmak istenmişti. Ama ,onun karakterinde yılgınlığa, korkuya, pes etmeğe yer yoktu.
İşte o sese, bir gurup kadın Belçika Brüksel’de karşılık veriyordu. Hiçbir slogana sığınmaksızın, ödün vermeden arı gibi çalışkan, karıncalar kadar çoğalarak büyüyordu bir çığ gibi birkaç yıldır.
Salonda kuyruk sırasını kadınlı erkekli insanlar tabaklarına, tercih ettikleri yiyecekleri koyuyor, masalarında sessiz bir şekilde kahvaltılarını yapıyor, düzenli olarak yerlerini gelen insanlara bırakıyordu, günaydın diyerek. Neler yoktu ki;açmalar, simitler, reçel, bal, domates biberler, peynir çeşitleri, pişmiş yumurtalar düzgün bir şekilde kesilmiş değişik tür ve renkte ekmekler…Yüzler gülümsüyor, telaşsız, acelesiz kahvaltı yapıyorlardı gürültü etmeden.
Tüm sevecenliği ve cömertliğiyle Anvers’te yaşayan genç çift; Ebru ve eşi Çelebi, beklentisiz açmıştı kendileri gibi sevimli salonun kapılarını. Her yer pırıl pırıl temiz, bakımlı ve düzenliydi. Duvarda, emeği geçen kadın derneğinin büyük boy afişi, katkı sunan dernek ve işadamlarının reklam panosu, göz kırpıyordu gelen misafirlere. Kahvaltının en hoş anı; karı-koca genç çifte teşekkür olarak yaptırılan özel çiçek buketinin, kadın derneği yöneticisi tarafından verilmesi coşkulu alkışlarla karşılandı.
Ardından çekilen fotoğraflar , bir dahaki sefere yapılacak etkinlikte buluşulmak dileğiyle ayrıldı herkes, yavaş yavaş.
Tekrar işin başlangıcındaki gibi kadınlar, büyük bir sevgi ve özveriyle yapılan görev bölümü gereği, çatal-bıçak, kaşık, bardak ve tabaklar sessizce toplanıyor, bulaşık yıkanılan bölüme bırakıyorlardı. Hiçbir yakınma olmaksızın. İşte, kız çocuklarına destek için yapılan etkinlik, yerini bir pazar öğle sonrasında yerini tatlı bir yorgunluğa bırakıyordu.Sonrasında da şarkılar ve türkülerle kahkahalar birbirine karıştı. Bir sevdaya başlar gibi…
09/05/2017, Nihat Kemal Ateş, Binfikir Gazetesi Şubat-Mart 2017 sayısı köşe yazısı