kenan erer

Müzik kulağını toplumsal olayara da açık tutan bir müzisyen: Kenan Erer

2008 Yılından beri Belçika ve Avrupa’nın farklı kentlerinde müzik çalışmaları yapan Kenan Erer, geçtiğimiz şubat ayında 3. tekli-single çalışması olan ‘Yüzük’ü çıkardı. Erer; SazzNjazz Quarted, Lockum, Bosphorus Beats gruplarının ardından Retro Turc repertuarı ile Avrupa’da konserler vermeye devam ediyor. Belçika’ya yerleştiği 2007 yılından beri müzik çalışmaları ile Belçika Türk Toplumu’nun müzik dinleme, konsere gitme ve birlikte şarkılar, türküler söyleyerek eğlenme kültürüne katkıda bulunan bir müzisyen. Kenan Erer sadece müziği ile değil, radyo ve tv programları, belgesel film ve son günlerde de Avrupa Parlamentosu’nda youtube üzerinden yaptığı haber-tartışma programı ile de dikkati çeken bir kişilik. Son tekli çalışması “Yüzük” ile birlikte hem müzik hem de farklı alanlardaki çalışmaları ile Kenan Erer’i daha yakından tanıyalım istedik.

Müzik yaşamına nasıl başladın? Profesyonel olarak da müzik çalışmalarından bahseder misin?

1996 yılında, diğer müzisyenlere göre çok geç bir yaşta müzikle ilgilenmeye karar verdim. 16 yaşındaydım, üniversiteye hazırlandığım dersanede iki sınıf arkadaşım, dersaneye gitarlarını getirmişlerdi, Moğollar’dan Devlerin Aşkı şarkısını çaldılar, iki gitar, resmen dilim tutuldu. “Benim de müzik yapmam lazım” dedim. Bu kırılma noktasıydı, Cem Karaca’nın kurucularından olduğu Bakırköy Sanatçılar Derneği’ne gidip yazıldım. Başlangıç bu gibi görünse de aslında tetikleyen buydu, ben Trakyalıyım, büyüdüğüm köye müzik yapmaya gelen çingenelere duyduğum hayranlık, göçebe olarak kurdukları çadırlardan gelen darbuka ve klarnet sesleri, müziği benim hamuruma karıştırdı. 1998 yılında ilk grubum Laylaylom’u kurdum, bu grup 2006 yılının Ağustos ayına kadar, inanamayacaksınız ama haftanın her günü ama her Allahın günü sahneye çıktı, Kış aylarında okul civarında, yaz aylarında yazlık beldelerde barlarda çaldık söyledik. Bu güzel macera grup üyelerinin memur olmasıyla sona erdi…

Belçika’ya gelişin ve buradaki müzik arayışlarından bahseder misin? Yani Belçika’da müzik çalışmalarına başlarken neler yaşadın?

Beni duvarlar arasına kapatan memuriyetten, plazalardaki, parayı ve dünyevi işleri ilk sıraya koyan insanlardan kaçar gibi geldim Belçika’ya. Sınıf arkadaşlarımın girmek için can attıkları büyük bir bankadaki görevimden istifa ederek, bilinmeze, gerçekten bu hayatta yapmak istediğim şeyleri denemeye geldim. Canım İstanbul’a hasret kalmayı göze alarak, farklı diller ve kültürler öğrenmeye geldim. Louvain La Neuve’de Ekonomi Master programına başladım, aynı dönemde TRT’ye program yapma fırsatı olunca, okulu yarıda bırakmak zorunda kaldım. Bir yandan da müzik yapacak insanlar mekanlar aradım, dil okulundan, üniversiteden, farklı memleketlerden bir sürü insanla izbe stüdyolarda hiçkimseler duymadan bir sürü denememiz oldu, sonra Türk Mahallesi ve Ali Bağseven ile tanışmam ile beraber işler çok kısa zamanda şekillendi, Ali abinin evindeki uykusuz müzik geceleri bir sonuç verdi, 2009’da Ali abiyi bir Türkçe Canlı müzik mekanı açması konusunda ikna ettim, “sazz’n jazz” hem bana hem de bu yolda yürümek isteyen bir çok müzisyene ev sahipliği yaparak tarihe geçti.

SazznJazz Quartet ve ardından başka gruplar kurdun ve müzik yaşamına devam ediyorsun. Grup olarak çalışmalarından bahseder misin?

Her müzisyen cover yaparak, yani başkalarının şarkılarını yorumlayarak başlar, gruplar da öyle, ben bu dönemi Level 1 olarak adlandırıyorum, Level 1’de bir nevi müziğin mecburi hizmetini yada vatanı görevini yerine getirirsin, yol yordam öğrenirsin, bu evreyi geçebilen gruplar Level 2’ye gelip kendi şarkılarını üretmeye başlar, bu gruplar iyi kötü bir çevre edinirler, az da olsa tanınırlar, Level 3 işe, topluma ulaştığın evre diye düşünüyorum. Sazz’n jazz quartet iyi bir okul oldu, hem bizim için hem de dinleyiciler için, İstanbul’un kentli müziğini Brüksel’e sonrasında da Avrupa da bir çok şehre taşımamıza vesile oldu. Kurduğum gruplar bugüne kadar Level 1’i geçemedi fakat gruplarımın içinden gelip geçen bazı müzisyenlerin farklı Levellarda müzik yapıyor olması beni mutlu ediyor.

Yüzük adlı bir single-tekli çıkardın son olarak. Bu single’ın hikayesini anlatır mısın? Diğer klip çalışmaların hakkında da bilgi verip ve gelecekte bir CD çalışman olacak mı anlatır mısın?

Müzisyen arkadaşlarım Orkun Özhelvacı ve Ayşe Gül Karatop ile kafamın içinde dolaşan bestelerime biraz şekil şemal veriyorduk ki, Anversli müzisyen Joes Brands ile tanıştık. Joes şarkılarımızı alıp bambaşka bir noktaya taşıdı, onunla kaydettiğimiz şarkıların 3’ünü yayınladık. R.G.K.Y yani Rüyamda Gördüklerim Kaderimde Yok, ilk tekli çalışmaydı ve Türkiye’den Sarı Ev isimli yapım şirketi tarafından piyasaya sürüldü, arkasından Fırtına’yı sosyal platformlarda paylaştık. Yüzük ise Brüksel’de yaşayan çok değerli dostlarım Yüksel Çilingir ve Chantal Tuerlinckx’in bana araladıkları kapılar sayesinde hayata geçti. Eldeki imkanlar birleştirilerek bir klip yaptık, şarkı Türkiye’de faaliyet gösteren KINAY yapım şirketi tarafından yayınlandı. CD devrinin kapandığını düşünüyorum, dijital platformlarda yeni şarkılarımı yayınlamaya devam edeceğim. Müziğim, Avrupa’da tanıştığım müzisyenlerle birlikte başka noktalara evriliyor, bu heyecanlı işleri insanlarla paylaşmak, içinden geçtiğim devire bir iz bırakmak istiyorum.

Farklı Avrupa ülkelerinde konserler veriyorsun. Dinleyici kitlen Türk toplumu diye tahmin ediyorum. Hem dinleyici kitelen hakkında bilgi verip hem de Türk dinleyicisinin Avrupa’nın değişik ülkelerinde Belçika’dan ve birbirinden farklı özellikleri var mı?

2000’li yıllarda bir Anadolu şehrinde, insanların ailecek geldikleri bir barda şarkı söylüyordum, benden bir önceki kuşaktan olan davulcumuz, 20 yıl kadar önce müzikli mekanların, cebinde çok parası olan erkeklerin metresleriyle geldiği bir yer olduğunu, Anadolu’da bunun böyle algılandığını söylüyordu. Ben o dönemi görmedim, benim jenerasyonum kızlı erkekli barların toplum içinde kabul gördüğü yıllara denk geldi. Avrupa göçmen toplumunda da bunu yaşıyoruz, gittiğimiz yerlerde yeni nesil gençlerin bir arada şarkılar türküler söylüyor olması, bu sistemin görece çok yeni olması ve bu karılan harçta, bir zerremin olmasından mutluluk duyuyorum. Düğün salonundan başka yerlerde müzik dinleme adabı henüz çok yeni, bu görülüyor. Aynı zamanda sahneye çıkan müzisyenler bu kitleyi çok yavaş bir şekilde eğitiyor aslında.

Bir geçiş sürecindeyiz, Almanya’da yaşayan Türkler hızlı yol katediyorlar, bunu seyirci ve mekan çeşitliliğinden görebiliyorsunuz. Bir Türk mekanına eğlenmeye gelen Almanlar var, çok şaşırtıcı bir durum değil bu Almanya’da. Kent Çoda ve Elektro Hafız gibi müzisyenler Türk müziğiyle Alman mekanlarında rahatlıkla boy göstermeye başlamış durumdalar. Takdirle ve özenerek izliyoruz. Belçika dinleyicisi de son 5 yıl içerisinde çok iyi yönde şekillendi, bilinçlendi. Rock müzik grubundan oyun havası isteği yapan dinleyici sayısında gözle görünür bir düşüş var, bu sevindirici. Hollanda izleyicisinin ise hala uzun bir yolu var gibi , bar hayatına geçiş henüz tam olarak sağlanmış gibi görünmüyor, müzisyenin değeri ve rengi henüz pek farkedilmiş değil. Ama hızlı ilerliyor burada genç gruplara çok iş düşüyor, uzak bir Anadolu kasabasına tek bir kitap okuyan olmasa bile kütüphane kurmaya çalışan vizyoner büyükler gibi o kültüründen mahrum bırakılmış göçmen vatandaşa şarkıları türküleri taşımaya devam etmeliyiz.

Türkçe müzik ile ilgilenen Avrupalı gençler ‘Kubat örneğinde olduğu gibi’ Türkiye’de müzik yapmayı arzuluyorlar. Sence de öyle mi? Bunu nasıl değerlendiriyorsun?

Türkiye’deki müzisyenler dil bilmedikleri halde dil öğrenip Avrupa’ya ve dünyaya açılmaya çalışıyorlar, Avrupa’daki müzisyenler ise Batı dillerini kültürünü ve müziğini bildikleri halde, avantajlı oldukları yer olan Avrupa yerine sektörün can çekiştiği Türkiye’de ünlenmeye çalışıyorlar. Her iki taraf da bence bunu müzik aşkıyla değil bir hırsla yapıyor, bu hırs doğru yolu bulmamızı engelliyor. Müziğe bir yerden bulaşan genç, evinde izlediği Türk kanallarındaki figürlerden biri olmak için hırslanıyor, Türkiye’de bütün aşamaları tamamladığını düşünen bir müzisyen de Batı da tanınmak için hırs yapıyor. Alternatif bir evrende, Kubat’ın kendi köklerinden gelen ezgilerle, büyüdüğü batı kültürünü harmanlayarak Shantel gibi dünya çapında bir yıldız olabileceğini düşünmüşümdür. Kubat da Hadise de, Türk Tv’lerinde gördükleri renkli dünyanın aktörü olmakla yetindiler diye düşünüyorum. Şu an etrafımda gördüğüm gençler de öyle hepsi Türkiye merkezli bir müzik yapıyorlar ve hayallerinde Türkiye’de ünlü olmak var. Doğduğun ülke dışında başka bir ülkede sanat yapmak için herhangi bir seviyeye gelmiş olman gerekmiyor, o tanımadığın ülkenin insanına, tamamen sana ait bir ruhu göstersen yeterli bence.

Senin müzikal yaşamın tam tersi gibi görünüyor. Türkiye’den gelip Avrupa’da müzikal bir gelecek arayışı… Sen müzikal geleceğini Avrupa’da mı görüyorsun?

Tanar Çatalpınar, Lütfü Gültekin, buralarda aralanması çok zor görünen kapıları aralamışlar, Avrupalılara bizim ezgilerimizi dinletmeyi başarmışlar, bizim işimiz onlar kadar zor değil, sadece aralanan o kapıyı farketmek ve oraya doğru yönelmek lazım. Yaşadığımız reel hayat kafamızdakilerin hepsini yapmamıza bazen olanak tanımıyor, faturalarımız, evlerimizin çatısındaki çanaklar, küçük mahallemizdeki ön yargılarımız bir pranga gibi ayaklarımızda duruyor, bizim neslimizden bir müzisyenin iyi bir proje ile Almanya, Belçika ya da Hollanda adına Eurovision da yer almaması için hiçbir neden görmüyorum. Büyük kitlelerin önünde kendi dilinde kendi ezgileriyle olmaması için hiçbir engel yok bence, prangalarından ilk kurtulan, fırında ilk pişen, bunu yapar diye düşünüyorum.

Son olarak sadece müzisyen olarak değil ama radyo programcısı, gazetecilik vs. gibi çalışmalarında oldu. Uğraştığın sanat dalı; insanlara ulaşmak, onlara vermek istediğin bazı mesajları vermek için yeterli değil mi?

Benim değil ama babamın dişini bir berber çekmiş, çocukluğunda. Sonradan ülkemiz gelişti de benim çocukluğumda benim yaşadığım bölgelere kadar dış hekimi geldi ve ben bu eziyetten kurtuldum. Yaşadığınız toplumda bazı meslekler, bir şekilde yeterince yapılamıyorsa bu durum o mesleğe olan ihtiyacı değiştirmiyor. Evet ben şarkıcıyım, kulağım iyidir, etrafında olup bitene kulak kabartan, tiz seslere çıkmaktan çekinmeyen, ses aralığının farkında olan, memleket meselelerine kafa yoran bir şarkıcıyım. Es’leri anca şarkının içinde, beste icabederse veririm, onun haricinde dur durak yok hayatımda.
Yaptığım işleri, alışılagelmiş kavramların içine hapsetmeye, gazeteci, radyocu, şarkıcı gibi kavramlarla daraltmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Diş ağrısından kıvranan topluma kayıtsız kalamayan berber ile aynı yoldan hareket ediyorum.

03/07/2017, Serpil Aygün, Binfikir Gazetesi Haziran 2017 sayısı kültür sanat sayısı