‘Güçlü Türk kimliği ve gurur’ toplumsal yaşamda başarıyı yine de sağlayamıyor
Nomadisch Sanat merkezi yöneticisi Mohamed Ikoubaan, Mo Mogazine dergisinde yazdığı “ Faslı Erdoğan’ı beklemek” adlı yazısında, Belçika’daki Fas Toplumu’nun, Salafistler, Cihadistler ya da Umma gibi alternatif grup kimliklerine ihtiyaç duymamaları için kendilerine güçlü bir kimlik ve özgüven, gurur verecek Erdoğan gibi birine ihtiyacı olduğunu yazdı.
Diasporada azınlık olarak yaşayan toplumların, büyük bir bütünün parçası olma ihtiyacı hissettikleri doğru. Bu ihtiyaca cevap veren o bütün de genelde milli, etnik, kültürel ya da dini kimlik oluyor. Mohamed Ikoubaan bu anlamda, Arap Toplumunun farklı etnik ve dile sahip toplumsal yapısı ve Kraliyet’le toplumsal ilişkinin kolay kurulamaması gibi nedenlerle, tespitinde haklı. Ve yine bu anlamda Mohamed Ikoubaan’ın gençliğinde; güçlü organizasyon ve hareketlilik yeteneği, Türkiye ile olan güçlü bağları gibi nedenlerle Belçika Türk Toplumu’na hayranlık ve kıskançlıkla bakmasını da anlıyorum.
Fakat Türklerin güçlü ulusal kimliğe sahip olması için ya da kendisini Türk olarak hissetmekten tekrar gurur duymaları için Erdoğan’a ihtiyacı olduğunu da düşünmüyorum. Atatürk tarafından Cumhuriyet kurulduğunda güçlü Türk kimliği; devlet, ordu ve eğitim sistemi aracılığıyla, yaklaşık yüzyıl boyunca taşındı ve bu anlamda görevini yerine getirdi. Erdoğan’la birlikte Belçika kamuoyunda çok daha fazla görünür oldu sadece. Bu gurur ve özgüven çok daha önce çocukluktan itibaren verilmişti zaten.
Kendi kendine yetmenin arzulanmayan etkisi
Türkler 60’lı yıllarda Belçika’ya gelişleri ile birlikte çok çabuk sosyal, kültürel, dini, politik ve sportif alanlarda geniş bir şekilde dernekleşmeye başladılar. Bu dernekleşme genelde Türk Devleti’nin Belçika’daki diplomatik temsilcilikleri aracılığıyla gerçekleşti.
Türk göçmenler anavatanları ile olan bağlarını da Faslılara oranla çok daha güçlü tutmayı başardılar. Bunun yanında Türkiye’deki politik manzara, kırılma noktalarını da değişmeden Belçika ve Avrupa’nın geri kalanına taşıdı. 80’li yılların ikinci yarısında Türkiye’nin tanıdığı her türlü dini ve ideolojik gruplar, Avrupa’daki şubelerini açtılar. Milli Görüş, Süleymancılar, Nakşıbendi,.. vb.dini gruplar gibi aynı şekilde milliyetçiler, Atatürkçüler, Aleviler ve Kürtler’e kadar pek çok ideolojik ve politik gruplar da Belçika’da kendi derneklerini kurdular.
Türk dernekleri, Belçika’dan yardım ve destek almak yerine Türk Toplumu içinden ihtiyaçlarını karşıladılar. Bu kendi ihtiyacını kendi içinde giderme yöntemi, Türk Müslümanlarının otarşik bir yapı kurmalarına neden oldu.
Bu otarşik yapıya örnek olarak, imamların anavatandan Belçika’ya getirilmesi sistemi verilebilir ki bu sistem göçten kısa bir sonra hemen uygulamaya konulmuştur. Ya da Lucerna Kolejleri gibi kendi okullarını kurma girişimleri örnek gösterilebilir.
Kendi kaynaklarını kendisinin yaratması durumu daha büyük bir toplumsal katılıma yol açabileceği gibi tam tersine frenleyebilir de. Bu inisiyatiflerin Flamanca ya da Fransızca’ya hakim olacak kadar eğitimden eksik olması, (Fas toplumunun genç liderlerinin aksine) Türklerin, Belçika toplumsal alanında görülmelerine engel oldu. Türkçe’ye hakim olmaları Türk çocuk ve gençlerinin sosyalleşmesine pozitif etki yaparken, bumerang gibi ters dönerek liderlerin önünde engel teşkil ediyor.
Türklerin, grup ve topluluk formundaki yaşam modeli, onların yeni bir konteks içinde yaşamalarını sağlarken, kendilerini izole ederek yaşamaları da kontra-prodüktif bir etki yaptığı, izlenimini doğuruyor. Bu şekilde Türkler, içinde yaşadıkları Belçika toplumunda görünmez oluyorlar.
Belçikalı Türklerin görünmezlikleri ve bu durumun, kimlikleri ve algıları üzerindeki etkilerini Ekim 2016 sayısındaki yazımda ele almıştım. Geçtiğimiz yaz Türkiye’deki darbe girişimi sonrası, bazı bölgelerde Türk toplumu arasında çıkan sorunlar nedeniyle Belçikalılar Türk göçmenleri keşfetti ve ne kadar çok Türkün kendisini Erdoğan ile özdeşleştirdiğini gördü.
Diğer taraftan Türklerin görünmez olduğu bir başka alan da Belçika toplumsal yaşamına katılımı ya da toplumsal pozisyonları. Eğitim, istihdam, konut durumu, yoksulluk gibi pek çok alanda Belçikalı Türkler, milliyetleri ile Türklerden daha az gurur duyan Faslılardan, daha iyi konumda değiller!
Türklerin güçlü milli kimliği ve çok geniş organizasyon yapılarının, Türk toplumunu Belçika’da başarılı kılıp kılmadığı konusunda şüphelerim var.
Tabii ki Türk olma duygusunun, pek çok genci birbirine bağlayan önemli bir faktör olarak olumsuz bir anlamı yok. Özellikle de günümüzün global ve süper çeşitlilik arz eden döneminde Türk olma duygusu etrafında birleşme önemli bir değer. Ve tabii ki; Mohamed Ikoubaan’ın yazdığı gibi tam da bu birleştirici duygu nedeniyle hemen hemen hiçbir Türk genci Suriye’ye gitmedi.
Ama toplumların kökenleri ile gurur duymalarından dolayı Belçika’da toplumsal yaşam içinde başarılı oldukları sonucunu çıkarmak, biraz fazla zorlama bir sonuç olur.
13/07/2017, Meryem Kanmaz, Binfikir Gazetesi Haziran 2017 sayısı köşe yazısı