NASRETTİN HOCA – EŞEK İNADI!

Oh be! diye bağıracaktım. Bizim karakaçan yine anırmaya başladı. Niyetim Avrupa’nın başkentinde irticacı denmeden duran ilticacı konumundaki bir tek kişi bendim. Geçenlerde değindiğim gibi bazıları taciz de bulunsa da bu meydanda hoşvakit geçiriyoruz.

Gelip- geçenden Kenya’da olan ile Konya’da olmayan olayları bile öğrenebiliyoruz. Hatta bazı kelimeleri öğrendik. Karşılık verme imkanımız yok ya, en azından davranışlarımızla hoşnut olduğumuzu, veya kızdığımızı belirtiyoruz.
Burada yapılan sormacaklara göre Avrupalılar bizi pek istemiyorlarmış. Benim eşeğin
burada kuyruk acısı çektiği gibi onlarda bizden kuyruk acısı olduğunu sitayişle olmasa da apaçık belli ediyorlar. Biz kuyruklarına bastık mı ? Basmadık. Neden bizden çekiyorsunuz breh !!! diyeceğim ama ne frenkçem ne de felemenkçem bunu söyleyecek kadar ileri düzeye ulaşmadı.
Benim Heykel’in yönü Evropa Cemiyeti kapısına dönük. Gelene, gidene bakıyorum. Her milletten insanlar o devasa binaya girip çıkıyorlar. Bizimkilerin de gelip gitmeleri eksik olmuyor. Zaten onların geldiği her halinden belli. Başları kara , elinde sigara varsa durdurup kimlik soruyorlar. Yüzde doksan da yanılmıyorlar. Anan yahşi, baban yahşi derken bizimkiler içeriye giriyorlar. çıkarken suratlar bir karış. Kız istemeye gidenlere verilen tuzlu kahveden içmişler sanki. Ellerine gri kaplı bir kitap veriyorlar, adamların dünyaları kararıyor. çevir çevir oku.
Okudukça çıkıyor koku. Hani kız evi oğlan evine bahane bulur ya. Kızımız daha küçük amcası. Hele damat bir okulunu bitirsin, hele kendinbe bir iş bulsun, hele kaynanası rahmetli olsun, ya da size ayrı bir çözüm yolu bulalım. Diyeceğim şu ki bahaneler bitmiyor. Bizimkilerin de başağrıları gitmiyor.
Benim biricik sırdaşım Karakaçan da durumu protesto etmek için anırmak istiyor ama klakson çalma yasağını delmek istemediği için günün yirmidörtsaati taş gibi yerinde durarak kınamaya kalkıyor. Tabi zabitlerden izin belgesi olmadığı için sessiz protestosunu yalnız ikimiz biliyoruz.
Bir gün yine kente sessizlik çöktüğünde Karakaçan ile Türkiye- Evropa ilişkilerini konuşmak istedim. Bu sualimin sonunda anladım ki biz burada , bu meydanda daha çok bekleyeceğiz. Bize Evropa vatandaşlığı filan vermeyecekler. Eşeğim Karakaçan özel sağlık ve sigorta işlemlerinden ve hayvan haklarından yararlanamayacak. Ben de Türkiye kimliğimle altı ayda bir vize alarak durumu idare edeceğim. Kışın bu meydanda hastalanmasam iyidir. Karakaçanın saflığından mıdır nedendir bilmem altıncı duyusu çok çok sağlamdır. Merak ettim sordum; Ya Karakaçan bizi buraya alacaklar mı ? Yoksa boşa mı bekliyoruz bu meydanda dedim.
Hayvancağız garip garip yüzüme baktı. Bana dedi ki:
– Bak Nasrettin Hoca ! Senin fıkralar kitabının kırkıncı sayfasında kırbir senedir okuduğun bir söz var. Bana her yıl sonbahar ayında söylersin. Ben de dediğini yaparım. Hatırladın mı o fıkranı ?
– Yoğurt mu ?
– Değil
– Baklava mı ?
– Değil.
– Peki hangisi ?
– Sen bana “ölme Eşeğim ölme, yaz gelsin de yonca ye”
– Yani
– Bizi burda ayazda daha çok bekletecekler. Ben artık dayanamıyorum. Şu Brüksel’i Grand Place’ı gezelim. Sonra Manneke Pis’i görelim, bir bilet alıp memleketimize gidelim. Ne Şam’ın şekeri, ne Belçika’nın pralini.
– Hadi Karakaçan’ım Kulağımıza kar suyu kaçmadan, bademler çiçek açmadan, Bulgaristan Evropa cemiyetine geçmeden evimize gidelim. Ben de sana bir türkü söyleyeyim.
Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Evropa düşünü hayıra
Yoralım mı Karakaçan ?
– Ai… Aiii. A iiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii.
( Acaba bu eşek ne demek istedi. Evet dediyse bilmem kaç nolu telefona
‘E’ yaz, hayır demişşse bilmemkaçmaz numaralı telefona ‘H’
yazınız.
Sorgulama sonuçlarını size bu yazıyı bir kez daha sindire sündüre sündüre okuduktan
sonra vereceğiz.
Bizi izlemeye devam ediniz.
06/11/2006, Recep çırık